6 Kasım 2009 Cuma

Yaşamak, cesaret ister..

Oscar Wilde’ın söylediği gibi bir çoğumuz yalnızca günü kurtarır, var olmak ile yetinir, ve kendi ağırlığı altında ezilir. Değiştiremeyeceği gerçekleri oldukları gibi kabul etmek ve bu değişmezlin düzeninden kendine yeni bir yaşam sevinci yaratmak da yürek ister, değiştirebileceğini değiştirmeye çalışmakta.. Sanıldığı gibi insanın korku kaynağı dünya, insanlar, yaşamın zorlukları benzeri şeyler değil, bizzat kendisidir. İnsan kendi duygularından, kendi zaaflarından, kendi acılarından, kendi coşkularından ürker, yaşama her dokunduğunda; duygularının alevlenip onu yakacağından çekinir. İşte bu yüzden kaçar yaşamdan, aşktan, öfkeden, hareketten, sevinçten, sevgiden ve kendisinden kaçar. Korkuları yüzünden yaşayamadığı bir hayatı taşımaktan yorularak, kendisine uydurduğu binbir mazeretle yaşama arkasını dönmeye, gizlenmeye uğraşıp, gizliden gizliye yok olmaya çabalar. Kendinden başka kimsenin delemeyeceği bir zırh koyar hayatla arasına. Korkunun en yakın dostu acımaktır böylece insan yaşamdan korktukça kendine acımaya, zavallılaştırmaya başlar. Yaşam ile yüz yüze gelmektense ağır ağır yok olmayı seçer. O korktukça azalır gücü, korkuyla yaralanan bedeni artık en küçük dokunuşlarda bile acı ile inler, her acıda korkusu biraz daha artar ve girdap gibi içine çeker onu güçsüzlük, kendi korkusuna kader der sonra, korkuyu değiştirilmesi mümkün olmayan bir gerçek, alnına yazılmış bir yazgı olarak görür.
Yeni bir aşk düşüncesi bile titretir onu, kalabalıktan korktuğu kadar yalnızlıktan da korkar, hayatın hiçbir haline dayanamaz durumlara gelir. Sırtında taşımakta güçlük çektiği hayatı, yaşamaktan korktuğu geleceği ve yaşamayamadığı geçmişi arasında sıkışıp kalır insan. Zaman, insanı sancıya mıhladığında vakit geçmek bilmez. Döndüğü her yanda bir düşman gibi kendi duyguları çıkar insanın karşısına, mutluluk vardır hatta her zaman çok yakındadır fakat o mutluluğu değil, mutluluğun ardında sezilen acıyı görür, güzel anlarında bir sonu vardır, olaylara bu açıdan bakar ve güzel anlarında tadını çıkartamaz. Terkedilme, sevdiği kadar sevilememe korkusundan aşkını dahi yaşayamaz..
Yaşamak cesaret ister, belki de bu yüzden dünyaya gelenlerin cok azı yaşar, çoğunluğu kıpırdamaz bile, yaşama yaklaşabilmek için tek bir adım bile atmaya yetmez cesareti. Ona sevinci gosterseniz, “ya sonra” diye sorar, aşkı gösterseniz,gene aynı sorudur onun aklını kurcalayan, “ya sonra”, öfke, coşku,dostluk, sevişme, başkaldırı, direnme, hep aynı soruyu sürükler peşinden.”ya sonra”… Bilinmeyen bir “ya sonra” için bilinenlerin hepsini ıskalamayı kabullenir.
Ama ne garip, duygularından, yaşanacakların “sonrasından” korkanlar, acıdan sakınanlar çeker en buyuk acıyı, yaşanmamış bütün duyguları zehirli sarmaşıklar gibi boy atıp ruhlarına dolaşır, “sonrası umurumda degil” deyip yaşamla kucak kucağa gelenlerden cok daha fazla yarayı yaşayamadıkları için alırlar. Yakınıp dururlar, çektikleri acılardan sözederler,acıyı da çekerler gerçekten ama acıdan korktukları için
bunca acıyı çektiklerini göremezler bir türlü. Yaşamanın cesaret istediğini farketmezler. Onun icin çok az insan yaşar,çoğunluk yalnızca günü kurtarır, yaşanmamış günlerin altında inleyen çaresiz bir köle gibi yitik bir hayatı taşır güçsüz omuzlarında.
Kendi gerçeklerimiz, kendi duygularımızdır bizi böylesine ürküten, çataldiliyle tıslayan bir yılan görmüş bir tavşan gibi bizi hareketsiz bırakan. Ve ne kadar çok korkarsanız, korkunuz o kadar artar.Ne kadar yaşarsanız, cesaretiniz o olçüde bilenir.Yaşamıyorsanız eğer, bu başkalarından dolayı değildir.Sizi güçsüzleştiren, sizi çaresizleştiren, sizi isyanlardan alıkoyan degiştiremeyeceklerinizi kabul etmenize engel olan, degiştirebileceklerinizin üstüne gitmenize izin vermeyen,sizi yaşatmayan, kendi korkunuzdur.
Yaşamak, cesaret ister çünkü…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder